20 Nisan 2015 Pazartesi

Ben anne,

Kızım daha küçük bir bebekken pencerenin yanında durup; “bak bunlar bulut,bunlarda kuş ailesi,senin kuşların,şurda duran yeşil  büyük şeyde bir ağaç,aaaaa yavru köpeği gördünmü bak telaşla annesinin yanına koşuyor” gibi tek taraflı sohbetler yapmak çok hoşuma giderdi,aslında tek taraflıda olmuyordu sanırım bu sohbetler,ben hecelerle konuşuyordum kızım da bana ses veriyordu,ilgiyle anlattıklarımı dinlemiş,bulutlara uzun uzun bakıp gülümsemişti,ne güzel bir duyguydu,benim binlerce kez görüp te bakmaya alıştığım birşeye onun ilk kez gördüğü için bir mucizeye bakıyor gibi bakması.
zülal le böyle çok an’ımız oldu hepsinde arınıyordum  tepeden tırnağa,umudum öyle çoğalıyorduki o anlarda sanki bu taşkın duyguyla bir milyon küsür çocuğu sevgimle sarıp sarmalayıp acılarına merhem olabileceğimi düşünüyordum..çocukların hiç acısı kalmayacaktı, örneğin parmağı hafifçe dolabın kapağına sıkıştığı için büzülen dudaklardan ibaret sıyrık acıları olacaktı sadece. diğer tüm mutsuzlukları hoooop merhemin içine saklanmış,merhemim çok tesirli ,çocukların karnı hep tok, öpülmekten saçları  kabarık ve bozuk olacaktı.

Zülal: Anne bak aydede yok,
Anne: Evet hava çok soğuk olduğu için  bu gece dışarı çıkmamış sanırım,
Zülal: evindemi,
Anne: evet
Zülal: Hastalanmışmı,
Anne: sanırım hastalanmış,
Zülal: Anne yıldız nerde?
Anne: evinde arkadaşı aydedeye bakıyor,
Zülal: Yıldız aydedeye yemeğini yediriyor,ilaç içiyolar,aydedenin ateşi var,yıldız onu duşa sokuyor.

bi ara aydede göründü..

Zülal sevinçle; anne bak, aydede dışarı çıkmış anneannesine gidiyo, ohhh anneannesi ona mısır patlatacak..


                                                                                                                       yün bereli penguen


17 Nisan 2015 Cuma

Gökkuşağında Bir Kuşak; Fahrünnisa Zeid

Bir ressam, 

Kabalıağaçzade Şakir Paşanın kızı, II. Abdülhamid devri sadrazamlarından Cevat Paşanın yeğeni, Halikarnas Balıkçısının ise  kızkardeşidir Fahrünnisa Zeid. İstanbulda ailesinin Büyükada daki köşkünde dünyaya geldi 1901 yılında. 14 yaşında resim yapmaya başlamış,resme başlama sebebini ise yalnızlıktan kurtulmak olarak nitelendirmiş; Sanay-i  Nefise mektebinin ilk kadın öğrencilerinden ve modern resim sanatını geliştiren ilk kadın ressamlardan biridir kendisi. 


Cehennemim-Fahrünnisa Zeid

Aliye Berger-Hayal ve Hakikat


Fahrünnisa Zeid in babası Şakir Paşadan bahsetmek lazım birazda;  İki asker kardeş olan Cevat ve Şakir Paşa'lar, Sultan II. Abdülhamid devrinde önemli görevler üstlenmişlerdir. Bir ara sadrazamlık yapan Cevat Paşa görevli bulunduğu Şam da hastalanır ve İstanbula döndükten kısa bir süre sonra ölür, kardeşinin ölümünden padişahı sorumlu tutan ve bu yüzden devlet görevinden ayrılarak hatıralarını yazmak için Büyükada daki köşküne çekilen Şakir Paşanın eşi İsmet hanımdan Suat ve Cevat adlarında iki oğlu; Hakkiye, Ayşe, Fahrünnisa ve Aliye adlarında dört kızları olur, oğullardan biri  nam ı değer Halikarnas Balıkçısı müstearı ile bilinen Cevat Şakir Kabaağaçlıdır, aile sanatçı bir ailedir ve Halikarnas Balıkçısının bir süre hapis hayatı yaşamasına sebep olan trajik bir aile hikayeleride vardır. Fahrünnisa Zeid ticaretle uğraşan aynı zamanda fecri ati ekolüne bağlı olarak yazılar yazan İzzet Melih Devrim ile evlenmiş ve bu evlilikten iki çocuk dünyaya getirmiştir, Şirin ve Nejad.




Sanatçı bir ailenin sonraki kuşaklarıda bu ruhu taşıyacaktır elbette. Şirin tiyatro dalında ün kazanır, Nejad ise annesi ile birlikte resim sergileri açacak kadar ustalaşacak bir ressam.. İkinci evliliği yapar Fahrünnisa ve Ürdün kralı 1. Faysal ın küçük kardeşi Prens Zeid ile evlenir ve prenses ünvanı alır ve Raad isminde bir oğul daha dünyaya getirir. Prens Zeid Ürdün Kralı Hüseyin'in büyük amcası olan Emir Zeid, İngilizlerle anlaşarak Osmanlı Devleti'ne ihanet eden Hicaz Emiri Şerif Hüseyin'in dört oğlundan biridir ve bize karşı ünlü casus Lawrence'la Fahrünnisa’nın kızı— Şirin Devrim'e göre "Arap özgürlüğü" için —omuz omuza savaşmıştır.
Fahrünnisa resim yapmaktan asla vazgeçmez, ve dünyanın birçok yerinde sergilerde yer alır resimleri. Fahrünnisa nın kardeşi Aliye'nin hayatı da ilgi çekicidir. İstanbul'da yaşayan Macar asıllı kemancı Charles Berger'e âşık olmuş, ailesine ve topluma adeta meydan okuyarak birlikte yaşadığı bu sanatçıyla otuz yıl sonra, baskılara dayanamayarak evlenmişti. Charles, bu evlilikten altı ay kadar sonra Büyükada vapur iskelesinde geçirdiği kalp krizi sonucu ölünce bunalıma giren Aliye, Fahrünnisa'nın tavsiyesiyle avunmak için gravür yapmaya başlamış ve kısa sürede bu sanatın Türkiye'deki en güçlü temsilcilerinden biri olmuştur.Renkleri çok seven şal düşkünü biraz bohem bu sıradışı kadının 1974 yılında Büyükada'dan kalkan cenazesine yeşil örtü değil,rengarenk eşarplar örtülmüştür.
"her şey aşk ve sevgiyle olur. hep buna inandım. aşk güzelliğin bir başka adıydı. en güzel adıydı. aşkla, sevgiyle yapılan her şey güzeldir çünkü. aşkın eli değdiğinde bana, her şey anlamını değiştirir. dünya daha bir büyülü gelir; bir bitkide, bir gün batımında, bir insanın bakışında tüm evreni görüyorum." diye açıklar aşkı ancak yaşam gerçek renklerine nazaran onun için rengarenktir.

Ailede yaşanan trajik olaylardan sonra kardeşlerin sanatın çeşitli dallarında nam salmaları ve kendilerini sanatta tanımaları alegorik görünsede aslında gerçeğin ruhlarında deştiği yaralara tuttukları sayısız aynaların yansımasıydı onların sanatı ve bu görüntülerin yansımalarını Fahrünnisa Zeid in otoportrelerinde de görebiliyoruz. Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın ailede konuşulmak istenmeyen bir konu olan babasını öldürdüğü gerçeğiydi gerçeklerden biri ve şairin hapisteyken çocukluğuna dair hatırladığı kötü anılarına ve babasının öldüğü geceye ait gördüğü rüyalardan uyandıktan sonra bir türlü kavuşamadığı özgürlüğüne rağmen duyumsadığı rahatlama hissiydi belkide şairin esas şiarı.

Fahrünnisa Zeyd, Halikarnas Balıkçısı ve Aliye Berger altı kardeşten üçüydü Kabaağaçlı ailesi için,üç sanatçı; yaşamdan sentetik tatlar çalan doğanın felsefesiydi artık onların zihinleri..


                                                                                                                       yün bereli penguen





Tarihsel kaynak:

Şirin Devrim: Şakir Paşa Ailesi "Harika Çılgınlar" (Çev. Semra Karamürsel), Milliyet Yayınları, İstanbul 1996. Nermidil Emer Binark: Şakir Paşa Köşkü, Remzi Kitabevi, İstanbul 2000. Aksiyon dergisi ‘Şakir Paşa Ailesi’










16 Nisan 2015 Perşembe

Bir adam

Bir adam
Omuzları düşmüş kamburundan ağır
Bahanesi sevgi, aşkı kamburu
Saklandı
Sevilmek istiyordu,yaralarına dokunulmasını hissetmek,okşanmak usulca
Sızıda birleşmek acıda teslim olmak
‘Korkma seviyorum seni yalnızca’  söyleminde titreyen bir sesin içinde yalın kalmak.
Uyumak istiyordu kiraz ağacı çiçeklerinden yapılma taç savruk karışık saçlarında
Çimen yeşildi,
ay  siyah beyaz,
toprak sıcak sarı,
gök  mavi
Beklemekti aşk


Sızıda birleşmek acıda teslimiyetti ..

                                                           
                                                     
                                                                   yün bereli penguen


























15 Nisan 2015 Çarşamba

Premodern olmasını istediğim post olan anlatı..

sophia,

bilge kadın..

Sabahın ışığı odasını doldurmuştu,kalktı,elini yüzünü yıkadı,bir süre aynada kendini seyretti,ne çok gün geçmişti sevdiği birşeyi yapmayalı,ne çok gece gündüzü karanlığıyla saklamıştı,içinde acıyan bir yer vardı,tam hissedemediği,kaçırdı gözlerini kendinden,yoksa  ergenlik hallerimiydi.
yinemi.
gözleri gecenin uykusuz bırakmış düşünceleriyle yanıyordu,tıpkı iç çekiş gibi,hıçkırık çıkıyordu içinden engelleyemediği,neredeydi,bu koku,sessizlik neydi, kime aitti. ne olacaktı yarına,bildiği bir tek yarın bile yoktu.emin diğildi.
vazgeçti.
Hızlıca giyindi,özensizce,geçtiği tüm aynaların önünden bakmadı kendine bir kez daha. öyle ya çok küçüktü bugün,küçücük hissediyordu,hızla çarpan kalbine inat,aksi telaş, umarsızlık ve kendine yabancılaşmış düş dünyasında..
Yine geç kalmıştı işte derse,etrafı sararmış gözlerine kayıtsızlık bağladı; yüzüneyse sahte bir gülümseme, birkaç yüzeysel sohbet geçti mırıltı şeklinde dudaklarından,kararını vermişti,dersi dinlemeyecekti. az ses arasında belki ruhunuda dinleyebilirdi,nereye kaçıp gidebilirdiki, iç seslerine tek tek söz verdi, tek tek azarladı cezacı bir öğretmen gibi, didaktik.
dışarı çıktı,bir oda,odada sevdiği bir ses ve okuduğu kitabın hiç bilmediği devamı olan yedi cildi,tek tek dokundu kitaplara,kapaklarını kokladı,sayfalarını çevirip rüzgarını çekti içine,şimdi nasıl teşekkür edecekti roland a, duygularından arınmış görünen ama derinlerde sevmeyi çok iyi bilen evrenin kahramanı roland.sonun iyi olacağına inanmış,fedakar roland,kahramanın..
nereden bulup getirmişti bunca kitabı,hediye paketi bile yaptırmıştı,kara kule ve diğerleri, oz büyücüsünden kalma eskimiş hikaye tatları vardı şimdi sophia nın zihninde,heyecanlandı. yitirdiği değerlisini bulmuş gibi,teşekkür etmedi,kitaplarını aldı ve hızla odadan dışarı çıktı.

lütuf.

sonrasında da çok ağladı.


                                                                                                              
                                                                                     yün bereli penguen


                                



13 Nisan 2015 Pazartesi

şair hüheyla; ah muhsin ünlü

Hatırlat Da Haziranın Sonlarında Çocukluğumu Yakalım
Sen beni öpersen belki de ben Fransız olurum
Şehre inerim bir sinema yağmura çalar
Otomobil icad olunur, Zarifoğlu ölür
Dünyadaki tüm zenciler kırk yaşından büyüktür.

-Senegalliler dahil değil

Sen beni öpersen belki de bulvarlar iltihablanır
Çağdaş coğrafyalarda üretir cesetlerini siyaset bilimi
O vakit bir sufiyi darplarla gebertebilirsin
Hayat bir yanıyla güzeldir canım, sen de güzelsin

-Yoksa seni rahatsız mı ettim?

Sen beni öpersen belki de aşkımız pratik karşılık bulur
Ne ikna edici bir intihar girişimidir şimdi göz göze gelmek
Elbette ata binmek gibidir seni sevmek sevgilim
Elbette gayet rasyoneldir attan atlamak

-Freud diye bir şey yoktur.

Sen beni öpersen belki de ben gangsterleşirim
Belki de şair olurum seni de aldırırım yanıma
Bilesin; göğsümde hangi yöne açmış tek gülsün
Yani ya bu eller öpülür, ya sen öldürülürsün.

-Haydi iç de çay koyayım.

Ah Muhsin Ünlü







9 Nisan 2015 Perşembe

çocukluğumuzun uzak memleketi

Size artvinden bahsetmek istiyorum,çocukluğumuzda sıkça gittiğimiz yıllardır yolunu unutup bir türlü gidemediğimiz ama çokça özlediğimiz memleketimden..
çocukken annemizin peşine takılır uzuuun süren otobüs yolculuğundan helva haline dönmüş şekilde şavşata varır ordanda tekrar köy yollarına düşerdik,o gece nasıl uyuyakaldığımızı hatırlamaz,sabah enerji patlamasıyla uyanırdık, ver elini çayır çimen.







Ee karadeniz bu önce hırçın yağan yağmur, ardından açan güneş; sislerin arasından rengarenk çiçekler gibi açan gökkuşaklarını sayardık,yağmur hep mutluydu karadenizde, sis olurdu hep,dağların tepeleri  puslu,yağmur sonrası havada ladin ve köknar ağaçlarından yayılan güzelim reçine  ve çam kokusu toprağın tertemiz kokusuna karışırdı,bu kokuyu hala duyumsuyorum ve özlüyorum, kuzenimle birlikte yağmur sonrası nadir ve kıymetli zamanlarda kötü kıyafetlerimizi giyip büyükbabamla ormana çam sakızı toplamaya giderdik.köknar,çam,ladin ağaçlarının içinden geçer burnumuzu sızlatan ormanın kokusunda yürürdük, sakızlar yağmur sonrası ağaçların üzerinde parıldar,büyükbabam yaşından beklenmeyecek çeviklikle ağaçlara tırmanır bize sakız sisiplerini toplar,kuzenimle aramızda paylaşırdık,çok kıymetli şeylermiş gibi davranırdık topladığımız sakızlara,bizim için öyle değerliydiki; mutluyduk, güzel günlerdi.


özellikle yaylaya çıkınca çok uzaktan çağıldayan bir dere yada şelale sesi duyar gibi olurduk, bu uzaklarda yağan yağmurun sesi olurdu hep, gökyüzüne bulutlara o kadar yakındık ki,yağmur bize çok önceden sesiyle geleceğini haber verir gibiydi.






yayladaki çeşmelerden akan buz gibi kaynak suyu ile elimizi yüzümüzü yıkarken acı çeker,ellerimizi,yüzümüzü kıpkırmızı ederdik,yaylaya giderken kalın kıyafetlerimizi giyer,yaz ortasında soba yakıp ısınırdık,o sobanın üstünde pişen lezzetli çaydan bir daha içmedim.

gece hiç yağmur yağmamış olsada sabah otların çiçeklerin üzeri çise olur biz koştururken pantolanlarımız ıslanırdı,olmamış meyvelere hükmümüz çoktu,ne zaman olacak bu elmalar diye düşünüp beklemez,ham haliyle onları koparıp bir güzel yerdik,her gün dut,kiraz,yaz armudu,yaz elması yemekten bağırsaklarımızı bozar,ama halimizden hiç şikayet etmezdik.çüçüllerin peşinde koşar,annelerini sinirlendirmeye bayılırdık,sıcak ekmekte,yeni pişmiş ketede hep iştahlarımız kabarır, bi türlü doymak bilmezdik,tek başına sıcak ekmek bile çok tatlıydı, heleki anneannemin küçük porsiyonluk uzun ekmekleri..çam sakızı ile sigara tüttüren annemi,yengemi izler çam sakızı ve sigara ikilisinin birarada nasıl bu kadar lezzetli olabileceğini anlamaya çalışırdık, anneannemin çok güzel bir bostanı vardı,bakımlı bir bahçeydi,her türlü sebze yetiştirirdi anneannem ,bahçedeki salkım salkım meskalları (frenk üzümü) yemekten midemiz yanardı.


frenk üzümü, artvinde meskal


küçük bir mezarlık vardı anneannemlere yakın; küçük,şekilsiz taşlar kondurulmuş kimsesizler mezarı gibi sade bir mezarlıktı burası,korkutmazdı ama hüzün verirdi,yalnızlık hissettirirdi.


örtüler güğümler alıp aşağıki bahçeye giderdik,bahçenin adı yoktu,biz aşağıki bahçe derdik; birisi dut ağacına çıkar silkeler,bizlerde dut yağmuru altında hem toplar hemde karnımız şişene kadar dut yerdik,dere vardı o bahçede,küçük bir dere..dut ağaçları o kadar büyüktüki o bahçeyi düşününce bile içimi bir serinlik kaplıyor; ışık süzmeyen, dere çağıltısının rüzgarın sesine karıştığı bir bahçeydi,çok severdim oraya gitmeyi.günlerimiz çarçabuk ve bir o kadar da mutlu geçerdi.




 ve tatil biterdi, eve dönme vakti..defalarca baştan sona manzarayı gözlerimle tarayıp ezberlemeye çalıştığımı, unutmaktan korktuğumu hatırlıyorum ama nafile doğa unutturmuyor ki zaten kendini,çocukken doğada yaptığım herşeyi kokusuyla,dokusuyla birlikte hatırlamam mümkün, mümkün ki şu an bunları hissederek yazabiliyorum.çocukluğumuz da başkaydı eskiden doğada çocuk olmakta başka,yüzümüzden sağlık fışkırırdı,oyuncaklarımız yoktu ama bedenlerimiz vardı; doğaya yani özüne dönmüş hisseden mutlu hareket halinde bedenlerimiz eller,bacaklar,kollar,kafalar vardı,ağaçlar,kuşlar,toprak ve su vardı,sürekli kafalarımızı okşayan eller vardı, birde deliler gibi koştururken attığımız çığlık dolu kahkahalarımız..


                                                                                                                                                                            yün bereli penguen







8 Nisan 2015 Çarşamba

genç

Sen bana koşuyordun ben sana yollarımız neden bu kadar ayrıldı peki..
Konuşurduk,
anlatmak istediklerimiz başka şeyler, havadan sudan bir sürü cümle kıpırtısız dudaklarımızda.
yaramaz aşktan konuşmayan,hasretle kavuşmayan dudaklar işe
işte..
bir sürü gereksiz kelime dilimizde,kelimelerimiz somutlaşıyor öylece havada asılı,atmosfere ulaşmıyor bile, gereksiz.. gözler derinlere,kelimelerimiz rüzgara savruluyor,aşk yok,aşkın hiç cümlesi yok,derinlerde bir damla aşk bakış var sadece,
sende sevmek güzel şey..
sabah uyandın,düşündün bugün son günün olacak,
aşk tutup elinden,rüzgarla konarmıydın yanaklarıma bahar kokusu piraye saçlarında
düşündünmü bugün son günün olduğunu
napardın
cevap verme
vermesende olur
sanırım güzel şey sende sevmek..
düşün yarın olmuş artık ölmüşsün,özlemi yüreğini şimdiden yakmazmı werther acısı sızan yarım kalmışlıkların
düşün
yaşların gözlerinden diğil,ağzından geliyor,gözyaşını kusuyorsun içinden
yaşların denize karışıyor,kalbimin ince denizine karışıyor köpük köpük,dalgalarla bir olup her iki dakikada bir yüzüme çarpıyor sen taşan dalgalar yine köpük köpük,
köpükler öylece kalıyor avuçlarımda
şimdi kan köpüğü  avuçlarım
yüklemsiz cümleler gibi yarımız şimdi ve sanırım özne de yok
tam burdayım merkezinde,kısır döngüde spiralize hislerimle yalnız.
katastrofik reaksiyon..


merkezimdesin..


                                                                                                                                                                                          yün bereli penguen





7 Nisan 2015 Salı

Namütenahi hissikablelvuku..



Bir dem adam.meşrebi  sınırlıydı namütenahiden evvel,yaşam ona nekes davranıyordu,bilmukabil onun hayata davrandığı gibi nekes,farklı bir telakkisi vardı oda çokça namütenahi..yaşamı dedüktif bir çarkın tam ortasındaydı,ama tam tersi olmalıydı dedüktif olmazdı  aslında yaşam,bir gün bir dostuyla afaki konuşuyordu;zamanın hızla akıp geçmesinden gizli bir teessür duyuyor ama bunu bir türlü anlatamıyordu kimseye,dostuna da bahis konusu etmek istemiyordu.kendini ailesine karşı her dem mücrim hissediyor,bunun aslında içsel hastalığından kaynaklandığını  sezinliyordu,ama nafile telaş mamafih aklı başka telakkiler anlatıyordu kendisine,teessür içerisindeydi,hayatının ve aile ilişkilerinin amudi yükseliş göstereceğine inanıyordu. yaşama kızsada yinede ona güveniyordu.


                                                                                                            yün bereli penguen












                                                                                    




6 Nisan 2015 Pazartesi

kızım benim..

Zülal 2,5 yaşında..
Zülalin boyu,kilosu,bilişsel gelişimi,ince,kaba motor gelişimlerinden bahsetmeyeceğim.
anne kız birbirimize yaklaşımlarımız, değişen hayat ve etrafımızda olup bitenler karşısında aldığımız sabit konumlarımız  hakkında bu yazı..








Benim için önemli olan Zülal’in algıları ve duygu dünyası.


Zülale bebekliğinden itibaren etrafındaki  insanlar,doğa,ağaçlar,kuşlar,güneş,yıldızlar,bulutlar ay,apartman görevlisi dursun amcasının oğlunun kara kedisi zeytin (zülal kediye peynir zeytin diyor),dışarda başıboş dolaşan köpekler vs. hakkında hep hikayeler uydurdum,bu hikayeleri anlatmak hem bana iyi geliyordu,hemde kızımın hayal dünyasına.



zülal sevgi dolu, hafifçe yükselen ses tonundan ürken, susan ve küsen bir çocuk; yumuşacık ses tonundan çokça hazzeden,komplike uzun cümleler kurulsa da bir şeyi açıkladığında anlayan, ısrar etmeyen bir tatlıcık melek.
 biz iki kız 2,5 seneyi birlikte doya doya yaşadık, biz bize doyduk; iyiki 
yapmışım,iyiki onu kendi duygu ve düşünce dünyama göre besleyip büyütebilmişim,bana ne mutlu.


deniz duyu havuzumuz








anne kız el izlerimizden tavuklarımız


şeker ağacımız
                                                                                                       

banyoda boya keyfi
                                                             
obleck
                                                                                                                                                          



buzda keşif
                                                                    
                                                                                                             


zülalin şemsiye sevgisi

                                                                                                                                    


uzay duyu torbamız
                                                           
zülalin sürekli bişeyleri başka bişeylere benzetme durumu sözkonusu, kapının üstündeki yuvarlak şekli gösterip anne bak dünya diyor,tombul bir havuca üçgen, patlamış mısır tanesine ahtapot, legosunun halıda bıraktığı izi gösterip aaa kare diyor,benim her sabah içtiğim bir tam birde yarım hap tanesine bakıp,bu aydede,buda daire diyor,zaten okul öncesi çocuklarının görsel uzamsal zekaları çok iyi ve gelişmeye müsait olurmuş,hatta biz yetişkinlerinkinden çok daha güçlü bir  algı özellikleri var.bende elimden geldiğince onu desteklemeye çalışıyorum,siyah belli belirsiz bir yuvarlak çizip bak elma diyince,siyah elma olmaz ki ama demiyorum,onun elma olduğunu destekliyor ve siyah elmasını  beğeniyorum.bişeyleri alakasız bişeylere benzetse de bende  benzediğini söylüyorum,böyle söylemek beni mutlu ediyor ve bence onun hayal dünyasını destekleyip,geliştiriyor.
Çok fazla şarkı biliyor yaşına göre,türkçe ingilizce çocuk şarkıları. geçen gün twinkle twinkle little star şarkısını söylerken yarıda kesip daha dün annemizin kollarında yaşarken şarkısına geçti,anlayamadım önce sonra fark ettimki iki şarkıda aynı melodiyle yazılmış,müzikleri aynı,bunu farketmesi,kurduğu bağlantı çok hoşuma gitti.
En sevdiği ve söylediği şarkılar;  
köpek uçmak istemiş,
itsy bitsy spider,
one little finger,
five little monkeys,
sen hiç gördünmü üç kulaklı bir adam,
sabah uyandım hapşu,
pazara gidelim,
put on your shoes,
skidamarink a ding a ding,
yağmur yağıyor,
bir gün bir çocuk,
minimini bir kuş,
hoplayalım zıplayalım elmaları toplayalım,
london bridge is falling down,
İngilizce alfabe şarkısı,
wheels on the bus,
kırmızı balık,
go away big green monster,
alibabanın çiftliği,
old  macdonald had a farm,
rain rain go away,
bingo,

sar makarayı sar,

baş parmağım nerdesin,

finger family,

ördek ailesi,

twinkle little star,

yemek duası,
at alkışı parmak oyunu (bunu benden dinlemeyi seviyor),
serin esen rüzgar (benden dinliyor uyumadan önce,bu şarkıyı bende  seviyorum, bana çocukluğumu hatırlatıyor).Şimdilik hatırladıklarım bunlar.
ona aldığım kitaplar sayesinde benimde hayal dünyam gelişti ve anne olduktan sonra bende değiştim,resim yapamadığımı sanıyordum azda olsa yapabiliyormuşum hayret, görsel yaratıcılığım fena diğilmiş, iyi kurgu yapabiliyorum artık,sanki beynimin kullanmadığım ayrı bir lobu varmış ta artık kullanıma açılmış gibi bir garip his içerisindeyim. bende büyüdüm.
artık bende eski ben diğilim değiştim ve kendimdeki bu değişimi sevdim. biz çocukken hatırlayabildiğim kadarıyla  kitaplarımız pek olmadı, yada biz erişemiyorduk, işte bu sebeple ertelediğim açlığımı zülal le ve ona oluşturmaya çalıştığım kütüphanesinin sevimli kitapları sayesinde  doyuruyorum, ahtapot olmaktan sıkılan, sekiz kolu olduğu için kıyafet giyip çıkarmaktan bıkan yavru ahtapot  ninoyu, bale yapmak isteyen köpeğin çaresizliğini, krep yemeyi çok seven mor gergedanı, arkadaşı martı gibi uçmayı isteyen penguenin kısa hikayesini uçamadığı için yaşadığı hayalkırıklığının kazancını martı ile dostluğunu pekiştirerek yaşamasını ,balcan ın hikayelerini (markette kaybettiği annesini arayan ve ağlayan balcana üzüldüğü için kitabın arka sayfasını açıp, annesini parmağı ile göstererek ‘bak anne burda,burda..’diyor zülal ,balcana yardım etme çabası öyle tatlıki), bahar gelince eriyen kardan adam dost pamuğunu, küçücük bir tırtılken çok yiyip şişmanlayıp,kozasında uyuyan ve uyanınca çok güzel bir kelebeğe dönüşen aç tırtılı, kızım 1.5 yaşında iken abone olduğumuz ve her ay evimize gelen meraklı minik dergilerini çok seviyoruz ve zülal kitaplarına sarılarak uyuyor geceleri.



oyun hamurlarından çiçek,kuş,kedi vesaire yapmıyoruz hiç, aslında saçma özgün sanat eserleri oluşturuyoruz daha çok, içlerine boncuk,çubuk,fasülye,oynar göz,takma ağız, burun gibi malzemeler koyup saçmalıyoruz. boyalarla sınırlı boyamaya zorlamıyorum,sınırsızca ellerini yüzünü kirleterek boyamasına izin veriyorum,krem şantilerle,meyve jöleleriyle,unlarla,nişastalarla ve bunların içine kattığım garip materyallerle hazırladığım duyu havuzlarıyla duyularını doyurmasına,tanımasına,hissetmesine fırsat veriyorum, etraf çokça kirleniyor,ama önemli diğil ben temizleniyorum  etraf kirlendikçe, zülale hazırladığım bu küçük  hınzır oyunlarla bende eğleniyorum.zülal in resim çizebilmesini,sevmesini çok isterim.bu yaşta normalmidir bilmiyorum ama geçen gün resim defterine kocaman bir yuvarlak çizip içine göz,burun ve gülen bir ağız çizdi,yanlarada birer çizik atıp kulak yaptı,bildiğin surat oldu işte,yani ne diyim be kızım bende ancak bu kadarını çizebiliyorum, çöp insan ve diğerleri..ne diyelim bize bol resimli günler olsun.
zülal e dair bir günlük tutuyorum aslında günlük diğilde haftalık,üç haftalık,aylık bir süreli yayın şeklinde. saklıyorum; yaptıklarını,söylediklerini,duygularımızı saklıyorum bu deftere,sonra okuyalım,hatırlayalım,gülümseyelim  diye..anılara yatırım yapıyorum.umarım güzel günlerinde okuruz bu sayfaları kızımla..

                                                                                                               yün bereli penguen


Sanat, çocuklara sorunların birçok şekilde çözülebileceğini öğretir. Çocukları sanat yaklaşımındaki özgürlük, merak ve macera duygusu bir kez bastırılırsa tekrar öğrenilmesi kolay olmaz. Çocuk sanatı bir kere kopya çalışması gibi görmeye başlarsa, yenilikçi sanat üretiminde ve bağımsız düşünmede esas olan yaratıcı ruhu tekrar yakalaması hiç de kolay olmaz.”  

                                                              Susan Striker "çocuklarda sanat eğitimi" kitabından








komikmisin dur bi haber yazcam..




Bank latino son 1 ayda 2400 kez denetlenmiş olmanın haklı gururunu yaşıyor..

Bank Latino İcra Kurulu üyesi Fatiha Carlos Andone yaptığı basın açıklamasında , bu denetimlerin sayısının dahada artırılmasını istediğini,ne kadar çok denetlenirlerse kendilerine güvenin o derece artacağını dile getirdi.

Andone, ’biz burdayız,adını bile duymadığım denetim kurumları varmış Türkiye de,bunu öğrenmiş oldum ve denetim mekanizmasının bu denli güçlü oluşu ülkem adına beni mutlu etti tabiki,demekki işler vur .….. rahvan gitsin minvalinden yürümüyomuş,ülkemizin işleyişte ortaya çıkan usulsüzlüklere ve sorunlara ne kadar titiz yaklaşıldığının bir göstergesidir bu, ve bu bizim sayemizde olduğu için bank latino olarak adımız geçtiği için haklı bir gurur içerisindeyiz..’ dedi. konuşmasının sonunda gözyaşlarına boğulan 25 bin kişilik icra kurulu üyeler topluluğundan kendisine mendil uzatan birine sinirlenip suratına ‘tersim pistir’ bakışı fırlatan Carlos Andone’ın asıl niyetinin ise ne olduğu pek anlaşılamadı.

                                                                                                        yün bereli penguen












3 Nisan 2015 Cuma

Yaşlanmış ..

Kaldımı şimdi o eski aşk eski tat,uçupta gitti gençlik denen fırsat



Bilseki insan o günlerin hazzını böyle siyah beyaz geçermi hayat


Yağmur yağsın,güneş açsın gökkuşağı insin başına


Gül biraz bugün sen giriyorsun yeni yaşına..


Mumları üfle bir dilek kes hayattan, hatırla beni gideceğim yanından


Gidişim öyle bir gidiş ki hep yanındayım


Birleşip ayrılan yolun farkındayım

Yağmur yağsın,güneş açsın gökkuşağı insin başına
Gül biraz bugün sen giriyorsun yeni yaşına..
i.irem

bu kadar güzel şarkı olurmu.
ben bu şarkıyı 1997 yılında,şişhane de bir kahvede söylemiştim arkadaşlarıma yüksek sesle ilk defa,suratları asılmıştı, nedenmi,sanırım o zamanki  bir adım atıp üç kez sekerek yürüyen ben gibi birinden beklemedikleri sesimin susuşundandı sanırım..



Üç beş sayfalık izmarit ne iyi giderdi şimdi; yanına bide ilhan irem kısık sesle, kasetçalarım da yok artık dinleyemem,çağıramam o günlerden anılarımı; çıkarıp atamamda hangi çekmecesinde beynimin.


beyin neden yaşadığı deneyimlere uyum sağlayamıyor ki, plastisite ayarlarında sorun var, bulamıyorum,uzak şehirlere göç eden ahretliğimide özledim,sözüne,sohbetine özlemim çok,beni anlayarak bakan gözlerine de,ne diyim kavuşulsun artık..



                                                                                                                 yün bereli penguen