10 Aralık 2015 Perşembe

Muhsin ÜNLÜ



Resulullah süper bir insandı, ben o kadar değilim,
Resulullah yolda Ebu Bekir’i görse ‘es selamu aleyküm ya Sıddık’ derdi,
ben yolda Ebu Bekir’i görsem tanımam.
Resulullah asla yalan söylemezdi; ben annem ölürken hiç ağlamadım.
ben annem ölürken çok ağladım çünkü annem
gırtlağından hırıltılar çıkarırken nasıl terliyordu, görmeliydiniz.
Resulullah Azrail’i yolda görse tanırdı;
ben Azrail’i annemin yanında görseydim ona bir çift lafım olurdu,
derdim ki şimdi yani af edersin ama o sıktığın annemin gırtlağı.
Resulullah olsa ona bunları söylesem o bana gülümserdi;
o bana gülümserdi ben ona derdim ki, anam babam yoluna feda olsun ey Allah’ın Resulü; fakat şu koca melek, annemin gırtlağını sıkıyor, bir şeyler yapamaz mıyız?
Resulullah orada olsaydı annemin elini tutardı derdi ki ‘kızım ha gayret!’;
ben orada olsaydım annemin elini tutardım ve derdim ki ‘anneciğim ölmesen…’
ben oradaydım annemin elini tuttum ve dedim ki ‘anneciğim seni ben…’;
annem döndü bana bir baktı o bakışı görmeliydiniz
Resulullah o bakışı görseydi merhametten ağlardı;
ben o bakışı gördüm haşyetten bayılacaktım ama annem elimden tuttu.
ne tuhaf, anneler ölürken bile çocuklarının
anneler ölürken bile çocuklarının ellerini bırakmıyor ne tuhaf…
Resulullah çok şanslı bir insan
annesi öldüğünde o küçücüktü;
benim annem öldüğünde ben küçücük değildim,
zaten şanslı birisi de değilimdir, filmlerim iş yapmaz.
annem daha yeni öldü fazla uzaklaşmış olamaz!
olamaz dedim annem son nefesini alıp da vermeyince
verse de ben alsam onu, içim ferahlasa, siz de görseniz
Resulullah tutsa annemin elinden birlikte geçseler çölü
nasıl olsa Resulullah da ölü annem de ölü.


Muhsin Ünlü














7 Aralık 2015 Pazartesi

istanbul bir



Hadi birlikte Büyükada iskelesine gidip kalp krizi geçirelim
Sen Charles ol ben aliye
Bekler bizi vapur kaçırırım diye endişe etme, telaşlanacağın  şey tuttuğum elin olsun
bir yere yetişme bugün ve sonrasında
vapur bekler bizi, sen iste
Makas ellerimiz
Yaşamından kesip verdiklerini bana tek
Elim sende
Seninki de bende
Yaşamlarımızdan sürünerek gelmiş acı tatlar veriyoruz 
Bazen istemesem de alıyorum, görevmiş gibi
Biliyorumki sende bazen aynen böyle
Hayıflanmaya gerek yok ölümümüze kadar birlikteyiz
Mutlu hissettiğim anların hatırı  var bende
sürünerek çocuk günlerimizden gelmiş tatlı  sevimli anılar
Ne dersin  ölelimmi şimdi bir vapur iskelesinde
Büyükada iskelesi olsun
sen kafan dik uzaklara bak
ben sende
Vapur olsun

bitişik yorgun ellerimiz dalgaların göğsünde




                                                                       yün bereli penguen





















19 Kasım 2015 Perşembe

Adım Zülal,


Dünyaya yani siz insanların arasına katılalı tam 3 sene oldu, bu durum beni 3 yaşında yapıyor. doğduğumdan beri annem ve babam yanımda, babam bazen kısa süreliğine bir yerlere gidip tekrar eve dönüyordu ben bebekken; çalışması gerekiyormuş ama annem hep yanımdaydı, onun sıcak, güvenli göğsünde uyudum hep, karnım acıkınca bana yiyecek verdi, susadığımda su. sıkıntılı hissettiğim anlarda söylediği tatlı, ılık sesiyle söylediği ninni ve şarkılarla gülümsetti beni; ben gülünce o daha çok gülüyordu, ne büyük bir hazdı karşılıklı  gülüşmek annemle.ben bebekken annem müzikle dans ederdi, ben yürüyemiyordum henüz ama ellerimi ve kollarımı sallayarak garip  sesler çıkararak onun dansına eşlik ederdim, yuvarlanırdım, bu çok eğlenceliydi.

suyla oynamayı çok seviyorum, hep sevdim,annem küçük kaplara daha önce hiç görmediğim birşeyler koyar, su doldurur önüme koyardı, her tarafımı ıslatıp sıkılana kadar oynardım, kitap okurdu annem bana, ben sayfaları tam çeviremediğimden yırtardım, babam yapıştırıp tekrar verirdi bana. parka bahçeye götürürlerdi beni, annem bana ağaçlardan, gökyüzünden, kuşlardan, böceklerden bahsederdi.






biliyormusunuz çiçekleri çok severim ben annemde çok sever, onların renklerinden, desenlerinden, güzelliklerinden bahseder; doğada olmanın iyi hissettirdiğini anlatır bana hep. herşeye dokunmak isterim ben, içimdeki merak duygusu geçmez yoksa, bazı çocuklar toprağın üstünde gezen şeylerden, böceklerden hoşlanmaz oysa benim için onlara dokunmak çok anlamlı, bir keresinde büyük bir tırtıl gösterdi annem bana,’aç tırtıl’ hikayesindeki tırtıla çok benziyordu annem dokunmak istemedi sanırım pek hoşlanmıyor,zarar vermediğim sürece elime alabileceğimi söyledi,ellerime aldım o küçük tırtılı ve sırtını okşadım, anneme baktım eğer yüzü gülmeseydi o tırtılı sevmek istemeyecektim belkide, eğlencelidir benim annem, beni mutlu eden, adının dünya olduğunu öğrendiğim yeni yer hakkında bir sürü şey öğrenirim sayesinde, hala öyle biliyormusunuz. televizyonu hiç sevmez annem oysa ben seviyorum, babamda seviyor sanırım o yüzden bazen annem bana ve babama tatlı sert kızıp kapatıveriyor benim neşeli eğlence kutumu, ama sonrasında bizi mutlu edecek oyunlar buluveriyor hemen, bizde babamla mecburen katılıyoruz ama eğleniyoruz da elimizde olmadan, sonucunun ne olacağını biliyor annem çok komik diğilmi. küçük ailemle birlikte vakit geçirmek ne kadar da tatlıymış, bitmesini istemediğim şekerlerim gibi.


tam bir sene önce kreş dedikleri (dedem kreş okulu diyor ), çok çocuk ve bu çocukları etrafına toplamış bir sürü büyük insanın olduğu bir yere gitmeye başladık annemle birlikte, ha birde değişik oyuncaklar ve kitaplar da vardı orda, yemek te yeniliyordu. tanımadığım çocuklarla aynı masaya oturup kahvaltı ediyorduk, sürekli yere çatal ve kaşıklarımızı, zeytin tanelerimizi düşürüyorduk, tabi yediklerimizden kıyafetlerimiz de nasipleniyordu.

ilk zamanlar annem hep yanımdaydı, onun yanımda olması ne güzeldi, sevdiklerimin yanımda olması huzur demekti. sonraları annem beni yalnız bırakmaya başladı kreşte, beni terk etti sandım, meğerse ben dünyaya gelmeden önce annemin bir işi varmış benim için uzun bir süre işe gitmemiş ve artık yeniden başlaması gerekiyormuş. çok ağladım her defasında her gün ağladım, ağladım. ben ağlarken o bana gülümsüyordu, o gülümseyişlerin altında saklanmış ağlama seslerini duyar gibi olurdum bazen ama gülümsemesine inanmak gelirdi içimden, bazen gün içerisinde annem aklıma düşüp onu çokça özleyince annemin dediğini hatırlarım; ‘beni özlediğini hissettiğin anda bilki seni düşünüyorum ve bende seni özlüyorum’.. artık alıştım arkadaşlarımı, öğretmenlerimi özellikle Şeyma öğretmenimi çok seviyorum ama en çokta kız arkadaşlarımı, annemin yada babamın beni bırakıp gitmediklerini biliyorum artık, biliyorum onlar beni çok seviyor,güveniyorum onlara, minicik, küçücük çekirdek ailemi seviyorum, bu yüzden uyumadan önce onlara sürekli ‘iyiki varsın’ diyorum, şapur şupur öpüyorum, bebekken kumru derdi dedem bana, kumru kuşu gibi sesler çıkardığım içinmiş, şimdi ise bana ‘kuzi’ diyor, bu yüzden bulduğum küçük bir çakıltaşına bende ‘kuzi’ diyorum küçük olduğu için ve onu çok sevdiğim için..





haaa söylemişmiydim annem sonbaharı, sarı, kırmızı yaprakları, kozalakları, meşe palamutlarını çok sever birde çakıltaşlarını, banada bunları sevmeyi öğretti, annem deniz kenarından bir sürü çakıltaşı toplamış, onlarla oynamak ne kadarda güzelmiş, annem bana oyuncak almaz, bende pek sevmem zaten, bir tane bebeğim var, ben 7 aylıkken anneannem almış ,adını da annem koymuş, Ayşe.. diğer hediye gelen bebeklerin ve oyuncakların hepsini benim yaşımda olan ama oyuncağı olmayan çocuklara vermiş annem, ne güzel değilmi.. annem bana boyalar alır değişik şekillerde ve renklerde bir sürü boyam var benim, tombala oynarız birlikte, değişik şekillerin yer aldığı tombalalarımla vakit geçirmekten, böcek nasıl yolunu bulacak türü labirent oyunlarından ( ki böceğin yolunu ve evini bulması benim için çok önemli, annesini özlemiştir belki), eşleştirme yapmaktan, sevdiğim şarkılarda kuzucuklarımla dans etmekten, hamur yoğurmaktan, boyama yapmaktan,  küçük makasımla birşeyler kesmekten ve en çokta annemin bana aldığı o güzel, eğlenceli, komik kitapları dinlemekten hoşlanırım, babamda çok güzel kitap okur bana. en sevdiğim kitaplarımı söyleyimmi; değnek adam, yaramaz bebeğin maceraları, ektiğim tohumdan dinazor çıktı, köpekler bale yapmaz, küçük pembe yatağım, muhteşem balkabağı evi, gergedanlar krep yemez, böğürtlen cini ve sarı gaga. öyle güzel resimleri varki kitaplarımın, onlara bakınca mutlu oluyorum.

Bazen kendimi hiç iyi hissetmiyorum, bir fırtına çöküyor içime sanki; ne istediğimi bilmiyorum,bir karar veriyorum sonra vazgeçiyorum, ne istediğimi anlayamıyorum, bu durum beni çok sinirlendiriyor ve üzüyor o yüzden bazen sebepsiz uzun ağlamalarım ve tutturmalarım oluyor, sevdiklerimi de üzüyorum sanırım, onlarda ne yapacaklarını bilemiyorlardı en başlarda ama artık durumu kanıksadılar, beni kendi halime bırakıp sessiz kalıyorlar bende sakinleşince gidip sarılıyorum anneme yada babama. buna 3 yaş sendromu diyorlarmış bilmiyorum, karışık duygular yaşıyorum o anlarda ve enerjimi, hırsımı ağlayıp öfke nöbeti yaşayarak birazda olsa atabiliyorum, büyüme sancıları bunlar, bedenim, algılarım, beynim, düşüncelerim herşey büyüyor ve bu sancılar beni kıvrandırıyor sanırım, lütfen benim için sabredermisiniz bir süre daha.

Teşekkür ederim.

özellikle ben yaşamlarına girdikten sonra değiştiğini ve sabrederek mutlu olmayı öğrendiğini söyleyen anneme ve beni karnında yatıştırmayı ve uyutmayı başarabilen gülümseyen bakışlı babama.

İyiki  varsınız.




                                                                                                           yün bereli penguen



















17 Kasım 2015 Salı



Bugün ne kadarda güneşe benziyorsun, benim güneşime. yüzün gülümseme. kaçamak cevaplar gibi yanılgılı sebepler sunuyor bana, kausu çözmüşsün gibi bir rahatlık seziyorum göz bebeklerinde. ağlamaklı gülümsemelerin yapışıyor yüzüme. gerçek ağlamalar gibi tuzlu bir hissiyat sunuyorsun bana. alıp almamak bana kalmış; senden gelen iyi birşeyde seni boş çevirecek değilim, susuyorsun ya diyorsunki ‘ağlayışıma eşlik et’ ama  kibarca diyorsun bunu, tüm nekaketinle..
olur diyorum, sorun etmiyorum gündelik  acıları. ağlarım seninle.


Büyüdüm ben belki bilmezsin, fotoğraflarıma bakınca gördüğün çizgilerim aynı, gülüşlerimde. çok derin bakarsan gülüşlerimden inebilirsin ruhuma, ruhumun değişen dansına eşlik edebilirsin. söylediklerime katılıyorsun artık sezinliyorum, ne kadarda serpilmişim diğilmi? egosantrik bir çocuk değilim artık, ilkel insanda değilim, beni zorluyor bazı birçok şeyler ve kendimi anlatmak ihtiyacı hasıl oluyor ne biliyim, bu da beni sürekli kendini anlatma derdine düşmüş insan belki egoist yapıyor. banane... biraz  egosantrikim, masumiyet telaşı çekmeyen çocuk gibi. yaz akşamlarında yağan yağmuru seviyorum ve yağmur yağıyor, ardından çıkan çift taraflı gökkuşağını seviyorum gökkuşakları beliriyor, içim çokça sıkıldığı bir gün ‘bişeymi olacak acaba diyorum’ insanlar ölüyor toplu olarak, acı beliriyor.
bunuda biliyorum, sezgilerim o kadar ayrıntıcı ki gündelik telaşlarımda sıkıntılı saatler geçiriyorum, nihayetinde radikal hissiyatçıklara kapatıyorum kendimi, sadece huzuru istiyorum şükretmeyi. bazende aşkta kaybolmak istiyorum, aşkı yastık edinip kendime uyumak istiyorum sadece.

aynı şeyi düşünüyor herkes; güneşe benzemediğini
herkes yanılıyor, sen güneşsin, benim tekil güneşim.





                                                                             yün bereli penguen




















4 Eylül 2015 Cuma

dua








ne güzel çocuktunuz, sayenizde ademoğlu açık kalmış parantezlerini kapattı, tebessümlerin dişlileri kırıldı.

acı yeryüzü kıyılarına vardı, sana  bakıp gönlümü sürekli kırasım geliyor tatlı küçük.
oysa ne tatlı gülüşlü çocuklardınız siz bir elin parmakları kadar ufak ve melek görünümlü.
neyi nerede unuttum bilmiyorum, sorana cevabımda yok, cevaplarım saçma olur bunu biliyorum,
bilmemenin nasılı
dua yeryüzüne indi çoktan
bir tek duam var sunabileceğim, acınıza başat olsun buruk sözlerim; korkularınıza duvar
'ne ise o olmasını isterim' diyemem buna gücüm yok ve bu konuda biraz zayıfım eksiklerimi tamamlayıp tekrar söz alacağım, tekrar..
bazı şeyler yeniden hayat bulsun, var olan değişsin isterim, neşeye devinim olsun isterim
olmazsa tekrar söyleyeceğim
tekrar

çocuk olmadınmı sen, hatırlamıyorsan şayet yakın zamanlarda bir çocuğun elini öylece avuçlarının arasında tutmadınmı; yumuşak, saf sevgiyi duyumsamadınmı. Allaha ulaşmanın huzurlu yolu bu.

Rabb güzel sözleri sever,
şimdi dua etmeli
yoksa utancımla kalakalacağım yalnız.



                                                                      yün bereli penguen





12 Ağustos 2015 Çarşamba

echo narcissus




sıradansın; su içtiğim bardak gibi sıradan, kirpiklerime sürdüğüm rimel gibisin ama sıradan bakışlarıma sevgi katanından, hergün giydiğim ayakkabım gibi sıradan..itiraf ediyorum ne var ki bunda  bende sıradanım; özlemek  daha da sıradanlaştırıyor beni ama yalınlaşıyorum biraz daha, bir nevi özgünleşiyorum belki, özgül ağırlığım artıyor, ruh dediklerine göre 21 gram,ölüm dedikleri ruhun çekilmesi 21 gram.sular çekiliyor, ruh bedenden gidiyor, sular kuruyor, özgül ağırlık netleşiyor brütten artarak. bu gerçek bile ne kadar sıradan.  gittikçe olağanlaşıyor  duygularım, aramızda olan en kuvvetli şey susma saatleri, konuşmak zorunlu kılınıyor, işte o zorunluluğu hissettiğin anda sıradanlaşıyor herşey, yalnız kalmak istiyorsun, tek başınalığın içinde yalnızlıkta çok sıradan, düşünüyorum da esas zevkli olanı gürültünün içinde hissedilen yalnızlık olsa gerek.
'ama üzülmemelisin.'
‘sen zaten’.
‘O kadar güzelsinki’.
‘güzelsin çünkü sana duyduğum derin bir aşk var. gel bak kendine
 gör kendini istersen, gözlerimle gör, ruhumda oyalanacak birtakım uğraşlar edin bir süreliğine. işte o vakit anlayacaksın beni’ der echo ..
Narcissus rahatsız edici susma saatleri gibi aynı, hep susar, kendinde görür sanki tanrıyı ama çok eksiktir tanrıdan..
Tevazusu yoktur, merhameti ise hiç
ne zanneder kendini.
Öyle sıradandır ki,
zavallı echo kendi aynasından bakar ona, kendi yansımasıdır aslında aşık olduğu.
Sıradansın bardak gibi sıradan, kirpiklerime sürdüğüm rimel gibi sıradan, ayakkabımsın benim sadece.
Bir kedi düşün iki ayna arasında, binlerce kedi oluverdi şimdi. peki ama hangisi gerçek hangisi yanılsama şimdi. gerçek kediyi bulsana bana, sen gerçek kediyi gördüğün kadarsın ben ise hangisini seçtiğim. çık kendinden narcissus, sular çekildi, göremezsin artık kendini, 21 gram hafifsin de artık, bu hafifleme senin gerçeğin olur belki.

Ben echo, sesinin yansımasıyım şimdi.


                                                                           

                                                                            yün bereli penguen




        






24 Temmuz 2015 Cuma

beni bul eureka..


Güldün işte kan kaybı durdu bende, açık yaralarda kan dondu sayende, anlayışlı bir sevgiyle sardın ya beni pıhtılaştı tüm yorgunluklar, beynin de mesai saati arttı ama yorgunda değilmiş aslında öyle söylüyor; tatlı mesai bunlar, tatlı telaşlar gibi, bir itirafta bulunucağım eureka benim hiç tatlı olmadı telaşlarım,telaşlarımı hep gerçek bir telaş gibi yaşadım,huzursuzluk oldu çoğu kez içlerinde, bazen de mutsuzluk. an da kalamadım hiç, hep sonrakini bir sonraki yaşanacağı düşündüm,sonrasını düşünmem kısa sürdüğü için sonrası da rahatlatmadı beni, dediğim gibi telaşlarım bana yeni telaşlar muştuladı hep.

eureka seni seviyorum,sen sana anlattığım uzun hikayelere yada saçma sözlerime aldırış etme; son söylediklerim hakikattir inan, seni seviyorum hem de büyük bir telaş içerisinde, huzurlu değilim.

sana bağlanıyor sarmal olarak tüm yaşamlar.tüm yaşam döngüleri ve huzurun bulunacağına dair ipuçları sana bağlanıyor, çaresizliklerim,mutluluklarım,insanlık için duyduğum kaygılar hep sana bağlı,ben seni seversem tüm sorunlara çare bulunur belki,bu noktada umut oluyorsun insanlığa,sen tek umutsun eureka nolur vazgeçme, dünyanın  sonraki bininci yılını düşün,hayal gücüne güven lütfen, neler olur bir düşün, neler değişir, o zaman sen yoksun tabi  bende. kimse hatırlamayacak bizi, ne kadarda rahatlatıcı bir his,  hiçiz,  isimlerimiz başka çocuklara verilmiş olacak ve kimse hatırlamayacak bizi, belki o yıllarda insanlığın duyguları da olmayacak; belkide tam tersi; koşulsuz, farklı bir sevgi olacak sadece, maddenin hiçbir değeri yok,dünyanın rengi değişecek, rengarenk gökkuşağı enerjisi ve sevgisi kaplayacak dünyanın yüzünü,duygu çok değerli, tüm çocuklar aç değil artık, taşkın çocuk, kadın ve baba kahkahaları dolacak atmosferin ses depolayan kayıt katmanı. dünya o kadar mutlu ki bu haliyle tadından yenmiyor,sonunda diyecek dünya yorgun sesiyle.

görüyormusun eureka anlattıklarımı hissedebiliyormusun. gelecek böyle olsun,ben seni seversem sende sevmeyi seçersen dünya kurtulur biliyorum, belki tüm belkilerden kurtuluruz,geldin ya hallolur hepsi, şimdi uyuyalım eureka yarın düşüneceğimiz çok şey var , iyi geceler eureka .


                                                                                         yün bereli penguen








“Eureka;

Arşimet’e atfedilen ünlü bir ünlemdir. Söylentiye göre şekilsiz bir cismin hacminin, suya battığı anda su hacmindeki değişikliği bularak bulunabileceğini keşfettiğinde banyodan çıplak bir şekilde sokağa fırlamış ve sokaklarda koşarken bu ünlem sözcüğünü haykırmıştır. Sözcük "(Onu) buldum!" benzeri bir anlama sahiptir. Bunun sonucu "Eureka!" bir keşfi kutlarken kullanılan bir ünlem halini almıştır.”   Wikipedia








15 Temmuz 2015 Çarşamba

Yerçekimsiz rüya










rüyadayım kanatlarım yok ama uçuyorum,biraz korkuyorum ama mutluluğumu daha net hatırlıyorum,duygularım karışıyor arada heyecanlanıyorum,gözlerimi kapatmak istiyorum ama korkuyorum kapatmaya,açık kalıyor gözlerim,herşeyi görebilsin diye açık kalsın daha iyi,yerçekimide yok inmekte mümkün değil  yere,sonsuz bir kalış yaşıyorum havada asılı,hareket sürekli değil,uçuşum daha az,birden bir özlem hissediyorum çaresiz kılan yakıcı anlık bir özlem, geçti gitti özlem. daha ne kadar sürer bilmiyorum,havada karşılaştıklarım,güneşe benzeyen birkaç gezegen,aya benzeyen bir lamba devasa; hava aydınlık,günbatımı rengi  kızıllığı var her yerde,dünyam günbatımı çizgisi rengini taşıyor sadece,herşey o kadar berrakki, renkler başımı döndürüyor,bulanıyorum.

bu yolculuk son bulmayacak biliyorum amaç sadece seyahat,seyahat süresince başıma gelenler,gözlemlerim ve duygularım,sonun bir anlamı yok ki son sondur işte.biliyorumki benim seyahat sürem amaç edinilmiş sadece,öncesi ve sonu belirsiz bir sonsuz şimdi,bilinçaltıcı çocukta gelmedi  siparişlerim vardı oysaki uzun süredir bekliyordum,ne getirdi ne getirecek diye düşünüp durdum ama bu arada geleceğe tohum atmakla geçmişden biraz çalı yolmakla geçti uzunca bir süre,kalbimin dağı yüksekte,geçmişten ağaçları taşıdım sadece.sanırım yalnız kendim için. bilincim eşlik etmedi bugünkü gösteriye,bilinçaltım ise yanımda, her zamanki gibi. bilirim biraz umursamaz,eyvallahı yok kimseye. dediğini illaki yapacak; olsun seviyorum bilinçaltımı, renklerinin ara tonlarında hep istenilen sevginin sızısı var,merhametsiz biraz, dobra konuşup iç acıtan yakın bir dost gibi,sürekli beynimin gizil çekmecelerini karıştırıyor izin almadan, görgüsüz; içinde görüp unuttuğum yaşamımın ayrıntıları gizli.gelmediğini bile bile sürekli arkama bakıp bilinçaltıcı çocuğu gözlemekten beynimde  bir ağrı.beynimin devrimi başlıycak zaten birazdan uzaklaşın benden söylemesi üzerinize su sıçrayabilir,yaz sıcağı iyi olur dedirtmem fena ıslatırım biline..


                                                                                 yün bereli penguen















1 Temmuz 2015 Çarşamba

nedir bu ya



Dün öğle saatlerinde mısır idaresi müdürü 800. ramses’in bir memurun kafasına bardak fırlatması sonrası yaşanan  olay üzerine yetkililerce (esasen kimler olduğu hiç bilinmeyen ama bişeylere yetkili kılınan) yapılan açıklamada keops ve kefren piramitleri gibi hayati önem taşıyan turistik değeri fazlaca olan yerlerde alkol içilmesini yasakladı. kafasında bardak kırılması sonrası kafasında başlayan kanamanın nihayet kalbine ulaştığı  çok yaşlı ve keops’tan sorumlu piramit bakım onarım memuru a. sundurmaz (94) hastaneye kaldırıldı.olay sonrası yaptığı ağlamaklı açıklamada bu müessir olaydan duyduğu üzüntüyü dile getiren sundurmaz, ’ya bunlar kendileri akşama kadar lıkır lıkır içiyolar,onlara herşey serbestte bizemi yasak,düzen işte,aman banane,gelmişim kaç yaşıma şunun şurasında mezarda emekliliğimde doldu,yaşı bekliyorum, bişey kalmadı,kafam bozarsa veririm dilekçemi emekli olurum,’dedi. olay sonrası basın mensuplarının sorularını yanıtlayan 800. ramses ise; ‘ya biz içmeyinmi dedik,allah allah,gözümüze baka baka içmeyin,biraz utanın dedik, bardaklarınızı biz geçerken arkanıza saklayın bari dedik,kötümü ettik’ diyerek olaydan duyduğu üzüntüyü dile getirdi.etraftaki suçlayıcı bakışlardan duyduğu rahatsızlığın verdiği utançla elini kolunu hangi açıyla nereye koyacağını bilemeyen ve basın mensuplarından gözlerini kaçıran kelli felli 800. ramses’in göbek gıdıklayıcı şovu, aniden yapmaya başladığı ve fakat tam beceremediği için yarım bırakmak zorunda kaldığı barışma dansı ve çok yaşlı memura tükürüklü bir öpücük vermesiyle nihayet buldu.sundurmaz’ ın gönlünü alan ramses, bakım memurunun emeklilik dilekçesini ise herkesin gözleri önünde yırttı.




                                                                                   yün bereli penguen












Gitti bende gitmeler kaldı sancılı
Gidişin beni verdi senden biraz bana, azıcık acı ama senden de biraz  olsun
Patatesli börek gibi hiç sevmediğimden
Sonbahar yağmuru sonrası titreten sert  rüzgardan verdi biraz, onuda sevmem
Bana kalanı sana postayla geri yollayasım var
Bende kalmasın
Üstü  kalsın
Senden biraz gönder beni


Ama üstü kalsın..





                                                                  yün bereli penguen


















15 Haziran 2015 Pazartesi

aynı şey aslında





doğru bu kesin doğru eminim,hayır canım olurmu hiç ööle şey minvalinden çık; hareket saatini belirleyip  sonuca doğru seyahat et ,doğru diye inandığın şeyin aslında nasılda bir kandırmaca olduğunu öğren,önce yüksek sesle inkar et  gittikçe azalan ses tonuyla reddet; kabul edişin saldırgan ve ilkel haline kollarını uzat, durumu kavrayamadığını  anla, ‘nasıl olur ve ama’lı uzun gereksiz, karşı tarafın seni aslında hiç dinlemediği söylemlerde bulun, bulunda bulun.

 artık rahatla ki bu  kabul edişin medeni hali olsun..
uzlaş-ma tek taraflı olmaz en az iki kişi gerekir,arkasına binleri  alır dimi ama.
herkes düşünür,düşünce birliği olması için her insanın aynı zeka oranı ile doğmuş olması, bu zekanın içine büyüdükçe gelişen hücrelerin ve nöronların bağlantılarının sayısının(bu sayı kişiden kişiye değişir ve milyarlarcadır) tıpatıp aynı olması, bir kısmının genetik olarak geldiği söylenen karakter özellikleri üstüne tekrar zamanla yapılanan kişiliğin aynen yansıması gerekir, yıllarca okudukların,duydukların ve gördüklerin karşısında oluşan muhakeme ve düşünme aritmetiğinin birebir aynı olması gerekliliği de cabası..(cümleye yabancılaş)
ara..
ara..
ara verdim..

mümkünmüdür?
 yüzlerce farklı düşünce arasında kalmayı istememek, kendi doğruluğuna inandırmak gayret ve çabası ne nafile bir çabadır, diğerleri gafilmi senin gibi düşünmek istemediği için..düşüncenin kendisini diğil düşünme eylemini reddetmiştir belki de..
özgür olmak için can atan sıkışık ruhum. bunu epeydir biliyordum zaten.
bambaşka düşündüğü için korkutulmaya, yalnızlaştırılmaya, terk edilmeye,benden uzak Allaha yakın haydeee sinir bozucu tutumun  şiddetinde sindirilmeye çalışılması ne bedbin bir güçtür ya ruh.
bunun adı ego..ölüme azmettirmek;suda boğun,yok yok acı artsın kendi tükürüğünde boğun şunu.
egoda doz aşımı sorunsalı da diyebilirim buna,hatta dedim bile.
Hadi  öze dön,
Yaradan çeşitliliği sever,sevmeseydi insandaki,doğadaki çeşitlilik neden..
bak,
yediğin meyvelerin çekirdeklerini gözle,
zaten istesende yiyemezsin!
öz e dokunma..
öz de beşer var, sana sahip çıkan..
Yaradan bazı temel prensiplere hep sahip çıkmış, ,bu öz biz insanı oluşturacak öz dür çünkü,evrende her maddenin bir özü enerjisi ve bu enerjinin çekirdeği var,bu çekirdek etrafında salınan bir sürü ayrıntı,bu ayrıntılar bizi oluşturur; farklılıklarımızı, inançlarımızı, hayatımızı sürdürme çabalarımızı. çekirdeğe dokunma sakın, orda sen varsın, çekirdekten uzaklaşıp salındığımız zaman aynı yerlerde kesişiyorsa yollarımız ve çarpışıyorsak eğer gel; yaralarımıza bakalım birlikte.

yaran kötü durumdaysa önce seninki.



                                                                                                                   yün bereli penguen


11 Mayıs 2015 Pazartesi

retorik

kaç yumru yutar insan günde normal şartlarda ?
kişisine göre değişir sanırım
kalbe direkt bağlantısı olanı vardır bunların
teğet geçip kalbi, zihne ulaşanlar birde,onlar çok şanslı
evet
saçma sözler bunlar
sözler peki
dilden uçar
nerdeler yani sözler nereye gider
ağaçlarda
nasıl yani
hani
bakma,dinlemen yeterli şimdilik
uçup gitmesine izin vermez ağaçlar, dallarıyla tutar sözleri
çünkü sözler çok uçarı,yerinde duramaz uçuk kaçık ergenler gibi,laf dinlemez bunlar
insanlar o yüzden severler ağaçları
anlayamadım
kendilerini duyumsattıkları için
peki duyumsadım diyelim nolcak şimdi
zihne..
gördüklerin zihnine kazınır
zihninde duygusu vardır hemde  kalbi
kalbin ağlaması zihnin banyosudur bir nevi
o yüzden asılı kalmış kelimelerimi  defalarca  görmek acıtmaz artık beni
kelimelerimde görürüm kendimi
bak  sekoya  ağacı
bu ağacı senin için seçtim
dünyanın en büyük ve yaşlı ağacı 
dalında kelimelerin sana bakıyor
onları rahat bırak, bırakta gitsinler
bunun için çok geç artık
zihnin sana herşeyi açıklar sonra
benim şimdi gitmem lazım..


                                                                                               yün bereli penguen











20 Nisan 2015 Pazartesi

Ben anne,

Kızım daha küçük bir bebekken pencerenin yanında durup; “bak bunlar bulut,bunlarda kuş ailesi,senin kuşların,şurda duran yeşil  büyük şeyde bir ağaç,aaaaa yavru köpeği gördünmü bak telaşla annesinin yanına koşuyor” gibi tek taraflı sohbetler yapmak çok hoşuma giderdi,aslında tek taraflıda olmuyordu sanırım bu sohbetler,ben hecelerle konuşuyordum kızım da bana ses veriyordu,ilgiyle anlattıklarımı dinlemiş,bulutlara uzun uzun bakıp gülümsemişti,ne güzel bir duyguydu,benim binlerce kez görüp te bakmaya alıştığım birşeye onun ilk kez gördüğü için bir mucizeye bakıyor gibi bakması.
zülal le böyle çok an’ımız oldu hepsinde arınıyordum  tepeden tırnağa,umudum öyle çoğalıyorduki o anlarda sanki bu taşkın duyguyla bir milyon küsür çocuğu sevgimle sarıp sarmalayıp acılarına merhem olabileceğimi düşünüyordum..çocukların hiç acısı kalmayacaktı, örneğin parmağı hafifçe dolabın kapağına sıkıştığı için büzülen dudaklardan ibaret sıyrık acıları olacaktı sadece. diğer tüm mutsuzlukları hoooop merhemin içine saklanmış,merhemim çok tesirli ,çocukların karnı hep tok, öpülmekten saçları  kabarık ve bozuk olacaktı.

Zülal: Anne bak aydede yok,
Anne: Evet hava çok soğuk olduğu için  bu gece dışarı çıkmamış sanırım,
Zülal: evindemi,
Anne: evet
Zülal: Hastalanmışmı,
Anne: sanırım hastalanmış,
Zülal: Anne yıldız nerde?
Anne: evinde arkadaşı aydedeye bakıyor,
Zülal: Yıldız aydedeye yemeğini yediriyor,ilaç içiyolar,aydedenin ateşi var,yıldız onu duşa sokuyor.

bi ara aydede göründü..

Zülal sevinçle; anne bak, aydede dışarı çıkmış anneannesine gidiyo, ohhh anneannesi ona mısır patlatacak..


                                                                                                                       yün bereli penguen


17 Nisan 2015 Cuma

Gökkuşağında Bir Kuşak; Fahrünnisa Zeid

Bir ressam, 

Kabalıağaçzade Şakir Paşanın kızı, II. Abdülhamid devri sadrazamlarından Cevat Paşanın yeğeni, Halikarnas Balıkçısının ise  kızkardeşidir Fahrünnisa Zeid. İstanbulda ailesinin Büyükada daki köşkünde dünyaya geldi 1901 yılında. 14 yaşında resim yapmaya başlamış,resme başlama sebebini ise yalnızlıktan kurtulmak olarak nitelendirmiş; Sanay-i  Nefise mektebinin ilk kadın öğrencilerinden ve modern resim sanatını geliştiren ilk kadın ressamlardan biridir kendisi. 


Cehennemim-Fahrünnisa Zeid

Aliye Berger-Hayal ve Hakikat


Fahrünnisa Zeid in babası Şakir Paşadan bahsetmek lazım birazda;  İki asker kardeş olan Cevat ve Şakir Paşa'lar, Sultan II. Abdülhamid devrinde önemli görevler üstlenmişlerdir. Bir ara sadrazamlık yapan Cevat Paşa görevli bulunduğu Şam da hastalanır ve İstanbula döndükten kısa bir süre sonra ölür, kardeşinin ölümünden padişahı sorumlu tutan ve bu yüzden devlet görevinden ayrılarak hatıralarını yazmak için Büyükada daki köşküne çekilen Şakir Paşanın eşi İsmet hanımdan Suat ve Cevat adlarında iki oğlu; Hakkiye, Ayşe, Fahrünnisa ve Aliye adlarında dört kızları olur, oğullardan biri  nam ı değer Halikarnas Balıkçısı müstearı ile bilinen Cevat Şakir Kabaağaçlıdır, aile sanatçı bir ailedir ve Halikarnas Balıkçısının bir süre hapis hayatı yaşamasına sebep olan trajik bir aile hikayeleride vardır. Fahrünnisa Zeid ticaretle uğraşan aynı zamanda fecri ati ekolüne bağlı olarak yazılar yazan İzzet Melih Devrim ile evlenmiş ve bu evlilikten iki çocuk dünyaya getirmiştir, Şirin ve Nejad.




Sanatçı bir ailenin sonraki kuşaklarıda bu ruhu taşıyacaktır elbette. Şirin tiyatro dalında ün kazanır, Nejad ise annesi ile birlikte resim sergileri açacak kadar ustalaşacak bir ressam.. İkinci evliliği yapar Fahrünnisa ve Ürdün kralı 1. Faysal ın küçük kardeşi Prens Zeid ile evlenir ve prenses ünvanı alır ve Raad isminde bir oğul daha dünyaya getirir. Prens Zeid Ürdün Kralı Hüseyin'in büyük amcası olan Emir Zeid, İngilizlerle anlaşarak Osmanlı Devleti'ne ihanet eden Hicaz Emiri Şerif Hüseyin'in dört oğlundan biridir ve bize karşı ünlü casus Lawrence'la Fahrünnisa’nın kızı— Şirin Devrim'e göre "Arap özgürlüğü" için —omuz omuza savaşmıştır.
Fahrünnisa resim yapmaktan asla vazgeçmez, ve dünyanın birçok yerinde sergilerde yer alır resimleri. Fahrünnisa nın kardeşi Aliye'nin hayatı da ilgi çekicidir. İstanbul'da yaşayan Macar asıllı kemancı Charles Berger'e âşık olmuş, ailesine ve topluma adeta meydan okuyarak birlikte yaşadığı bu sanatçıyla otuz yıl sonra, baskılara dayanamayarak evlenmişti. Charles, bu evlilikten altı ay kadar sonra Büyükada vapur iskelesinde geçirdiği kalp krizi sonucu ölünce bunalıma giren Aliye, Fahrünnisa'nın tavsiyesiyle avunmak için gravür yapmaya başlamış ve kısa sürede bu sanatın Türkiye'deki en güçlü temsilcilerinden biri olmuştur.Renkleri çok seven şal düşkünü biraz bohem bu sıradışı kadının 1974 yılında Büyükada'dan kalkan cenazesine yeşil örtü değil,rengarenk eşarplar örtülmüştür.
"her şey aşk ve sevgiyle olur. hep buna inandım. aşk güzelliğin bir başka adıydı. en güzel adıydı. aşkla, sevgiyle yapılan her şey güzeldir çünkü. aşkın eli değdiğinde bana, her şey anlamını değiştirir. dünya daha bir büyülü gelir; bir bitkide, bir gün batımında, bir insanın bakışında tüm evreni görüyorum." diye açıklar aşkı ancak yaşam gerçek renklerine nazaran onun için rengarenktir.

Ailede yaşanan trajik olaylardan sonra kardeşlerin sanatın çeşitli dallarında nam salmaları ve kendilerini sanatta tanımaları alegorik görünsede aslında gerçeğin ruhlarında deştiği yaralara tuttukları sayısız aynaların yansımasıydı onların sanatı ve bu görüntülerin yansımalarını Fahrünnisa Zeid in otoportrelerinde de görebiliyoruz. Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın ailede konuşulmak istenmeyen bir konu olan babasını öldürdüğü gerçeğiydi gerçeklerden biri ve şairin hapisteyken çocukluğuna dair hatırladığı kötü anılarına ve babasının öldüğü geceye ait gördüğü rüyalardan uyandıktan sonra bir türlü kavuşamadığı özgürlüğüne rağmen duyumsadığı rahatlama hissiydi belkide şairin esas şiarı.

Fahrünnisa Zeyd, Halikarnas Balıkçısı ve Aliye Berger altı kardeşten üçüydü Kabaağaçlı ailesi için,üç sanatçı; yaşamdan sentetik tatlar çalan doğanın felsefesiydi artık onların zihinleri..


                                                                                                                       yün bereli penguen





Tarihsel kaynak:

Şirin Devrim: Şakir Paşa Ailesi "Harika Çılgınlar" (Çev. Semra Karamürsel), Milliyet Yayınları, İstanbul 1996. Nermidil Emer Binark: Şakir Paşa Köşkü, Remzi Kitabevi, İstanbul 2000. Aksiyon dergisi ‘Şakir Paşa Ailesi’










16 Nisan 2015 Perşembe

Bir adam

Bir adam
Omuzları düşmüş kamburundan ağır
Bahanesi sevgi, aşkı kamburu
Saklandı
Sevilmek istiyordu,yaralarına dokunulmasını hissetmek,okşanmak usulca
Sızıda birleşmek acıda teslim olmak
‘Korkma seviyorum seni yalnızca’  söyleminde titreyen bir sesin içinde yalın kalmak.
Uyumak istiyordu kiraz ağacı çiçeklerinden yapılma taç savruk karışık saçlarında
Çimen yeşildi,
ay  siyah beyaz,
toprak sıcak sarı,
gök  mavi
Beklemekti aşk


Sızıda birleşmek acıda teslimiyetti ..

                                                           
                                                     
                                                                   yün bereli penguen


























15 Nisan 2015 Çarşamba

Premodern olmasını istediğim post olan anlatı..

sophia,

bilge kadın..

Sabahın ışığı odasını doldurmuştu,kalktı,elini yüzünü yıkadı,bir süre aynada kendini seyretti,ne çok gün geçmişti sevdiği birşeyi yapmayalı,ne çok gece gündüzü karanlığıyla saklamıştı,içinde acıyan bir yer vardı,tam hissedemediği,kaçırdı gözlerini kendinden,yoksa  ergenlik hallerimiydi.
yinemi.
gözleri gecenin uykusuz bırakmış düşünceleriyle yanıyordu,tıpkı iç çekiş gibi,hıçkırık çıkıyordu içinden engelleyemediği,neredeydi,bu koku,sessizlik neydi, kime aitti. ne olacaktı yarına,bildiği bir tek yarın bile yoktu.emin diğildi.
vazgeçti.
Hızlıca giyindi,özensizce,geçtiği tüm aynaların önünden bakmadı kendine bir kez daha. öyle ya çok küçüktü bugün,küçücük hissediyordu,hızla çarpan kalbine inat,aksi telaş, umarsızlık ve kendine yabancılaşmış düş dünyasında..
Yine geç kalmıştı işte derse,etrafı sararmış gözlerine kayıtsızlık bağladı; yüzüneyse sahte bir gülümseme, birkaç yüzeysel sohbet geçti mırıltı şeklinde dudaklarından,kararını vermişti,dersi dinlemeyecekti. az ses arasında belki ruhunuda dinleyebilirdi,nereye kaçıp gidebilirdiki, iç seslerine tek tek söz verdi, tek tek azarladı cezacı bir öğretmen gibi, didaktik.
dışarı çıktı,bir oda,odada sevdiği bir ses ve okuduğu kitabın hiç bilmediği devamı olan yedi cildi,tek tek dokundu kitaplara,kapaklarını kokladı,sayfalarını çevirip rüzgarını çekti içine,şimdi nasıl teşekkür edecekti roland a, duygularından arınmış görünen ama derinlerde sevmeyi çok iyi bilen evrenin kahramanı roland.sonun iyi olacağına inanmış,fedakar roland,kahramanın..
nereden bulup getirmişti bunca kitabı,hediye paketi bile yaptırmıştı,kara kule ve diğerleri, oz büyücüsünden kalma eskimiş hikaye tatları vardı şimdi sophia nın zihninde,heyecanlandı. yitirdiği değerlisini bulmuş gibi,teşekkür etmedi,kitaplarını aldı ve hızla odadan dışarı çıktı.

lütuf.

sonrasında da çok ağladı.


                                                                                                              
                                                                                     yün bereli penguen


                                



13 Nisan 2015 Pazartesi

şair hüheyla; ah muhsin ünlü

Hatırlat Da Haziranın Sonlarında Çocukluğumu Yakalım
Sen beni öpersen belki de ben Fransız olurum
Şehre inerim bir sinema yağmura çalar
Otomobil icad olunur, Zarifoğlu ölür
Dünyadaki tüm zenciler kırk yaşından büyüktür.

-Senegalliler dahil değil

Sen beni öpersen belki de bulvarlar iltihablanır
Çağdaş coğrafyalarda üretir cesetlerini siyaset bilimi
O vakit bir sufiyi darplarla gebertebilirsin
Hayat bir yanıyla güzeldir canım, sen de güzelsin

-Yoksa seni rahatsız mı ettim?

Sen beni öpersen belki de aşkımız pratik karşılık bulur
Ne ikna edici bir intihar girişimidir şimdi göz göze gelmek
Elbette ata binmek gibidir seni sevmek sevgilim
Elbette gayet rasyoneldir attan atlamak

-Freud diye bir şey yoktur.

Sen beni öpersen belki de ben gangsterleşirim
Belki de şair olurum seni de aldırırım yanıma
Bilesin; göğsümde hangi yöne açmış tek gülsün
Yani ya bu eller öpülür, ya sen öldürülürsün.

-Haydi iç de çay koyayım.

Ah Muhsin Ünlü







9 Nisan 2015 Perşembe

çocukluğumuzun uzak memleketi

Size artvinden bahsetmek istiyorum,çocukluğumuzda sıkça gittiğimiz yıllardır yolunu unutup bir türlü gidemediğimiz ama çokça özlediğimiz memleketimden..
çocukken annemizin peşine takılır uzuuun süren otobüs yolculuğundan helva haline dönmüş şekilde şavşata varır ordanda tekrar köy yollarına düşerdik,o gece nasıl uyuyakaldığımızı hatırlamaz,sabah enerji patlamasıyla uyanırdık, ver elini çayır çimen.







Ee karadeniz bu önce hırçın yağan yağmur, ardından açan güneş; sislerin arasından rengarenk çiçekler gibi açan gökkuşaklarını sayardık,yağmur hep mutluydu karadenizde, sis olurdu hep,dağların tepeleri  puslu,yağmur sonrası havada ladin ve köknar ağaçlarından yayılan güzelim reçine  ve çam kokusu toprağın tertemiz kokusuna karışırdı,bu kokuyu hala duyumsuyorum ve özlüyorum, kuzenimle birlikte yağmur sonrası nadir ve kıymetli zamanlarda kötü kıyafetlerimizi giyip büyükbabamla ormana çam sakızı toplamaya giderdik.köknar,çam,ladin ağaçlarının içinden geçer burnumuzu sızlatan ormanın kokusunda yürürdük, sakızlar yağmur sonrası ağaçların üzerinde parıldar,büyükbabam yaşından beklenmeyecek çeviklikle ağaçlara tırmanır bize sakız sisiplerini toplar,kuzenimle aramızda paylaşırdık,çok kıymetli şeylermiş gibi davranırdık topladığımız sakızlara,bizim için öyle değerliydiki; mutluyduk, güzel günlerdi.


özellikle yaylaya çıkınca çok uzaktan çağıldayan bir dere yada şelale sesi duyar gibi olurduk, bu uzaklarda yağan yağmurun sesi olurdu hep, gökyüzüne bulutlara o kadar yakındık ki,yağmur bize çok önceden sesiyle geleceğini haber verir gibiydi.






yayladaki çeşmelerden akan buz gibi kaynak suyu ile elimizi yüzümüzü yıkarken acı çeker,ellerimizi,yüzümüzü kıpkırmızı ederdik,yaylaya giderken kalın kıyafetlerimizi giyer,yaz ortasında soba yakıp ısınırdık,o sobanın üstünde pişen lezzetli çaydan bir daha içmedim.

gece hiç yağmur yağmamış olsada sabah otların çiçeklerin üzeri çise olur biz koştururken pantolanlarımız ıslanırdı,olmamış meyvelere hükmümüz çoktu,ne zaman olacak bu elmalar diye düşünüp beklemez,ham haliyle onları koparıp bir güzel yerdik,her gün dut,kiraz,yaz armudu,yaz elması yemekten bağırsaklarımızı bozar,ama halimizden hiç şikayet etmezdik.çüçüllerin peşinde koşar,annelerini sinirlendirmeye bayılırdık,sıcak ekmekte,yeni pişmiş ketede hep iştahlarımız kabarır, bi türlü doymak bilmezdik,tek başına sıcak ekmek bile çok tatlıydı, heleki anneannemin küçük porsiyonluk uzun ekmekleri..çam sakızı ile sigara tüttüren annemi,yengemi izler çam sakızı ve sigara ikilisinin birarada nasıl bu kadar lezzetli olabileceğini anlamaya çalışırdık, anneannemin çok güzel bir bostanı vardı,bakımlı bir bahçeydi,her türlü sebze yetiştirirdi anneannem ,bahçedeki salkım salkım meskalları (frenk üzümü) yemekten midemiz yanardı.


frenk üzümü, artvinde meskal


küçük bir mezarlık vardı anneannemlere yakın; küçük,şekilsiz taşlar kondurulmuş kimsesizler mezarı gibi sade bir mezarlıktı burası,korkutmazdı ama hüzün verirdi,yalnızlık hissettirirdi.


örtüler güğümler alıp aşağıki bahçeye giderdik,bahçenin adı yoktu,biz aşağıki bahçe derdik; birisi dut ağacına çıkar silkeler,bizlerde dut yağmuru altında hem toplar hemde karnımız şişene kadar dut yerdik,dere vardı o bahçede,küçük bir dere..dut ağaçları o kadar büyüktüki o bahçeyi düşününce bile içimi bir serinlik kaplıyor; ışık süzmeyen, dere çağıltısının rüzgarın sesine karıştığı bir bahçeydi,çok severdim oraya gitmeyi.günlerimiz çarçabuk ve bir o kadar da mutlu geçerdi.




 ve tatil biterdi, eve dönme vakti..defalarca baştan sona manzarayı gözlerimle tarayıp ezberlemeye çalıştığımı, unutmaktan korktuğumu hatırlıyorum ama nafile doğa unutturmuyor ki zaten kendini,çocukken doğada yaptığım herşeyi kokusuyla,dokusuyla birlikte hatırlamam mümkün, mümkün ki şu an bunları hissederek yazabiliyorum.çocukluğumuz da başkaydı eskiden doğada çocuk olmakta başka,yüzümüzden sağlık fışkırırdı,oyuncaklarımız yoktu ama bedenlerimiz vardı; doğaya yani özüne dönmüş hisseden mutlu hareket halinde bedenlerimiz eller,bacaklar,kollar,kafalar vardı,ağaçlar,kuşlar,toprak ve su vardı,sürekli kafalarımızı okşayan eller vardı, birde deliler gibi koştururken attığımız çığlık dolu kahkahalarımız..


                                                                                                                                                                            yün bereli penguen