Kış güzeldir,nesi güzeldir,kar yağarken kafanı gökyüzüne
kaldırıp gözlerini kapatmak, ağzını kocaman açtığında diline rastgelen soğuk karın tadı, cesaretin
varsa sırt üstü boylu boyunca kara uzanmak, karın içine hapsolan sesleri dinlemek, seslere doğal yalıtım, ince bir sicim gibi kapladığı ağacın dallarından kuşların
silkelediği kar tozlarının altından geçmek,ağaçları huşuyla seyretmek, tatillikler, dışarı çıkamadığın için
market yada bakkaldan alınması gerekenleri düşünerek sıkılmak incecik, kızarık burun
ve yanaklar, soğuğun deride çizdiği ince kırmızı damarlar, ıhlamur içmenin yumuşak hissi, durmadan akan burunlar, daha çok oynamayı isteyip, ayak parmak uçlarına kadar ıslanmış olmaktan mütevelli eve dönmen gerektiğinin acele hissi (ne kadar çok an' da kalmak istesende), uygun kelimeleri bir
araya getirmekte zorlanan uyuşuk dudaklar ve ağzından çıkan 'hebebe' şeklinde peltek konuşmalara rağmen.
Sevmediklerim de var tabi. Açıklaması
zor ifadeleri süslü püslü anlatacak ve bundan keyif alacak değilim, tadı yok çünkü.
Kış için nostaljik, sevgi sersemi edecek ifadeler gelmiyor çoğu kez zihnime. Bir türlü ısınamayan el ve ayaklar, çaresizlik, başı belli, sonrası belli yokluk. Bizi hiç bir araya getiremeyen kış onun adı. Karla gelen beyaz masum güzellik hüzün oluveriyor. Evet hüzün var. İnsanlar ve yaşamlar arasındaki inişli çıkışlı yokuşlar, empatiler, geçmiş yaşanmışlıklar, çocukluğundan paçana yapışmış hatıralar çıkıveriyor uyuduğu yerden. Öyle sessizce bekliyor.