27 Ekim 2016 Perşembe

Kalabalıkta Söyleyemediklerim



*karşıdakinin dediği hiçbirşeyi aslında dinlemeyip,nezaketen  vermesi  gereken abartılı tepkiye odaklanmış ve karşı tarafın konuşması henüz bitmemişken uygunsuz bir anda tepkisini abartılı mimiklerle ortaya koyan insan   seviyorum seni..

*Aylarca arayıp sormayan bir arkadaş bir gün seni arar, merhaba dan sonra ilk dediği şey niye hiç  arayıp sormadığındır, kural gereği telefon eden kişi bunu sorgulama hakkına sahiptir ve sana da susmak düşer:))

*"büyüklere saygısız bu nesil, saygısız" söyleminde sık bulunan insanların aslında ‘saygı’ kelimesinin içini boşalttıkları.

*bizim insanımız maalesef  riyakar, üç kağıtçı, herkes yalancı olmuş bu devirde, çıkar olmuş,vay babam, herşey maddi manevi çıkar dünyası işte napacaksın, takma kafana boşveeer, herkes gemisini yürütmeye çalışıyor, hayırlısı neyse v.b gibi sıkça duymaya alıştığımız cümlelerin ezici gücü altında gülmek  ve sonrasında aniden gelen atarlanma isteği..
bi susun hele. caanım kelimelerin canını çıkardınız, farklı şekilde bir araya gelip güzel şeyler anlatmalılardı oysaki. enerjimi yiyip bitiriyor bu tarz söylenmeler, söyleyen de sevimsiz  bittabi.


*bildiğin konuda konuşmanın verdiği rahatlığın ukalalık olarak adlandırılmasının 35 yaşıma kadar bende yarattığı gizli teessür.


*kendini anlatmak istememenin ve buna gerek dahi duymamanın rahatlığının bende yarattığı mutlu his, bunu da 35 yaşımdan sonra anlamaya başladım.


*ev işlerinin kadınların görevi olmadığını bağıra bağıra  defalarca söylemek istiyorum.
ne var bunda.


*bazen içime çöreklenen bir düşünce var, depreşiyor arada sırada özellikle işte bunalıp, napıyorum ben deyip kaçmak istediğim zamanlar. fısıltı halinde diğil hayır hayır bayağı sesli söylemek istiyorum bunu, herkesin duyacağı şekilde;

'çalışmak istemiyorum, eveeet çalışmak istemiyorum arkadaş’

Noldu niye öyle baktın.
bazı insanlar şunları söyliyecekler bana biliyorum,
boşunamı okudun, senin gibi kafası çalışan kadın (bu son kısım aslında hoşuma gitmiyor diğil :) )
diploma yada iş her ne ise işte kadının çeyizidir,
yok altın bileziğidir,
kolyesidir,
kadın ayaklarının üzerinde durmalıdır ki kimseye muhtaç olmasın,
falanlar filanlar…
birde bu anlatılanlar kadının gücüyle zayıflığıyla bağdaştırılmaya çalışılır.duymak istediklerim bunlar diğildi ki, hemen bi  çalışmak+üretmek beylik lafları edilir bolca.
sanki çalışamayan kadın hiç üretemiyor peh. oysaki isteğim oldukça masum; hayat ritmimi biraz yavaşlatmayı istiyorum sadece, herşey çok hızlı geçiyor ve hoyratça tükeniyor, kenarda bir banka oturup geleni geçeni seyretmek istiyorum (yaşını almış bir teyze gibi), değirmende dövülmek diğil suyun kenarında bir taş olmak istiyorum bir daha geri dönmeyecek anları, anıları düşünmektense an da kalıp o anı tam yaşamak istiyorum plansız. 
insanız üreteceğiz tabi, üretmeden durulurmu. okumaktan, düşünmekten, araştırıp planlamaktan, yaratmak eyleminden vazgeçilebilirmi, hepsi üretimdir, herşey başka birşeyin sonrası, yapılmışı. hayatın normal akışında var zaten tüm bu eylemsiler.
bi anlatabilsem…



*hayatı sorgulamak adına yüzeysel felsefi konuşmalara girmenin gereksiz olduğunu biliyorum artık. derin olursa eyvallah ama o da sayılı birkaç kişiyle mümkün benim için.



*anne olmanın ne demek olduğunu anladım, bu konuyla ilgili okumanın, araştırmanın da gerekli ve yararlı olduğunu biliyorum, ama özenti ve okuduklarını hayatına indirgeyememiş yüzeysel düşünen annelere, başkasında olanın illaki kendinde de olmasını isteyen, hırs yapan, yarışa girip hayatı kendisi ve ailesi için çekilmez kılan, yaşamın hızlı ritminin dışına çıkıp ‘noluyo ya, ben napıyorum’ sorusunu kendisine sormayan, çocuklarına büyük projesi ve yükselen bir türlü aşağı inmek bilmeyen EGO su gözüyle bakan yeni dönem  annelere gıcığım. hem nasıl.